28.06.2014 Roma Fiumicino Havaalanı'na iniyoruz. Kalacağımız yer Roma'nın Termini bölgesine yürüme mesafesinde olan San Lorenzo. Ev sahibimiz Leonardo bizi evde bekliyor. Kendisini airbnb.com'dan çok önceden bulup, muhabbetimizi kurmuştuk bile. Termini'ye nasıl varabileceğimizi de önceden öğrenmiştik tabii kendisinden. Biz de bu yönlendirmeler doğrultusunda yapılacak en iyi şeyin bizdeki Havaş'ı andıran shuttle otobüslere binmek olduğuna karar veriyoruz. Bizim gördüğümüz en az üç firma var bu hizmeti veren ama hepsinin fiyatı da aynı; tek gidiş 6 Euro, fakat gidiş dönüş alırsanız 10 Euro tutuyor. En yakın otobüste hangisinde yer varsa sizi ona yönlendiriyorlar. Biz bir daha hiç dönmeyecekmişiz gibi sadece gidiş alıyoruz. (Tatilimizin sonunda bu anı gülümseyerek anacağız.)
Termini'ye varmamız yaklaşık 40 dakika sürüyor. Otobüslerde ücretsiz wifi var. Sevdiklerimize son mesajları da atıp kendimizi 4 gün boyunca Roma'nın akışına bırakmaya hazırız.
Termini, şehrin demir yolu hattının merkez noktası. Bir nevi bizdeki Haydarpaşa ama içine girdiğinizde ilk bakışta daha çok bir AVM'yi andırıyor. Merkeze doğru gidilecek ise, ilk önce Termini'ye varıp, oradan trenle, metroyla ya da hemen önünden kalkan otobüslerle ulaşmak oldukça kolay. Bizim kalacağımız yer Termini'ye çok yakın olduğundan biz yürümeyi tercih ediyoruz. Daha sonraları da ulaşımımızı hep Termini'deki metro durağından yapacağımız için defalarca aynı yolu gidip geleceğiz.
İlk izlenim biraz beklenmedik oluyor. İstasyonun dışında yatan birçok evsiz olduğunu fark ediyoruz ve geçen insanların yüzünden, bunun oldukça alışılmış bir durum olduğunu görebiliyoruz. Herkes kendi halinde. Hatta birçoğunun altında gerçek yatak var. Yatağının başucuna vazo ve içine çiçek koyanları bile gördük. Bizim de bu durumu kabullenmemiz çok kısa sürüyor. Fakat istasyona bitişik kaldırımdan yürüyecekseniz, durum çok da alışılacak gibi değil. Sıcak havayla iyice ağırlaşan idrar kokusu bizi sonralardan karşı kaldırımdan yürümeye mecbur bırakacak.
Tatilin başında çok fazla yükümüz yok. Sadece sırt çantalarımız ve tatil boyunca yanımızdan hiç ayırmayacağımız GoPro çantamızı taşıyoruz. İlk günün de verdiği enerjiyle yaptığımız yürüyüş bizi hiç yormuyor. San Lorenzo'yu hemen buluyoruz. Fakat Leonardo'nun bize verdiği adreste apartman numarasının olmaması işimizi biraz zorlaştırıyor. Efe gitmemiz gereken sokağı bulduktan sonra, aslında hemen evimizin yanında olduğunu fark edeceğimiz bir bara atıyoruz kendimizi. Emin olmak için elimdeki adresi içerideki birkaç kişiye gösteriyorum. İçerideki müşterilerden biri Leonardo'nun arkadaşı çıkıyor ve kısa bir telefon konuşması sonucunda dairemizi buluyoruz.
Çabucak eşyalarımızı yerleştirip, üzerimize biraz daha rahat bir şeyler geçiriyor ve bir elimize su şişesi, diğerine GoPro'muzu alıp kendimizi yeniden yollara atıyoruz. Su şişesini özellikle belirtmek istiyorum çünkü Roma'da yalnızca bir kez su almanız yeterli. Sonra yapmanız gereken tek şey, gidebileceğiniz her yerde göreceğiniz sayısız çeşmeden buz gibi suyunuzu doldurup yudumlamak. Saat akşam 5. Bu güne geç başladığımızdan özel bir planımız yok. İlk gün biraz etrafı keşfetmek niyetindeyiz. Termini'ye gerisingeri yürüyüp metroya biniyoruz. Metro biletini içerideki makinelerden almamız gerekiyor. Burada turistlerin işini kolaylaştıracak birçok seçenek mevcut. Tam gün geçerli olan, üç günlük ya da bir haftalık bilet alabiliyorsunuz. Biz işimiz belli olmaz diyerek her seferinde tek bilet alıyoruz. Tek bilet fiyatı 1.50. 100 dakika içinde kullanılması gerekiyor. Metro durakları tabii ki şehrin gezilecek ana merkezlerine çok yakın.
İlk gün A hattını kullanıyoruz. Planımız Flaminio durağında inip, Popolo meydanında biraz soluklanıp Spagna, Barberini ve Repubblica duraklarının olduğu istikameti yürüyerek dönmek. Zaten görülmesi gereken yerlerin büyük bir kısmı da bu istikamette bulunuyor. Ve inanın hepsi birbirine yürüme mesafesinde. Gitmeden önce, görmek istediğimiz her yeri sığdırdığım üç günlük bir Roma gezi planı hazırlamış olduğumdan ilk keşif günümüzde yalnızca gözümüzü doyuruyoruz. Popolo meydanından Via Del Corso'ya, yani Roma'da yönümüzü birçok kez bulmamızı sağlayacak markalar caddesine geçiyoruz. Cadde üzerinde birçok kafe ve mağaza var. Kaldırımlardaki müzisyenler kulağımızın pasını alıyor. Ama rengarenk kostümleriyle turistlerle fotoğraf çektirmek için bekleyenlere dikkat. Elimizdeki GoPro ile çekim yaptığımızı görenlerden biri 'Honeeey' diye bağırarak peşimden koşmaya başlıyor. Ben de 'We have no moneeeey' diyerek ondan zor da olsa kurtulmayı başarıyorum. Karnımız iyice kazınmaya başladığından ara sokaklardan birine girip, gözümüze kestirdiğimiz bir yerden birkaç dilim pizza alıyoruz. Peroni ile ilk tanışıklığımız da burada başlıyor.
Karnımızı doyurduktan sonra yürüyüşümüze kaldığımız yerden devam ediyoruz. Termini'den çıkışımızdan itibaren gördüğümüz bir afiş yeniden dikkatimi çekiyor. İstanbul'da bir türlü fırsatını bulup gidemediğim Andy Warhol sergisi Roma'da karşıma çıkıyor. Şans eseri serginin açıldığı binanın önünden geçiyoruz. Andy Warhol'a duyduğum hayranlığı bilen Efe elimden tutup beni içeri sokuyor. Biletler kişi başı 14 Euro. Bu sergiyi daha sonraki bir zamana erteleyebileceğimi düşünerek bu sevdadan vazgeçiyorum.
Via Del Corso'nun diğer ucu bizi Piazza Venezia'ya, çevresini daha sonra uzun uzun gezeceğimiz Vittorio Emanuele anıtına çıkarıyor. Oradan kısa bir mesafe yürüyerek Pantheon'a geliyor ve önündeki çeşmenin merdivenlerinde biraz soluklanıyoruz. Hava yavaş yavaş kararmaya başlıyor. Elimize birer külah dondurma alıyoruz. Efe, ara sokaklardan birindeki bir barda verilen Brezilya-Şili maçını, sokaktaki kalabalık izleyici kitlesiyle izlemeye koyuluyor. Pantheon'a geri döndüğümüzde hava iyice kararıyor. Bu görkemli yapının önünde opera söyleyen kadını hayranlıkla dinliyoruz. Artık yavaş yavaş dönme planları yaparken bir bakıyoruz ki Fontana Di Trevi'nin önüne gelivermişiz. Bizim deyimimizle ünlü aşk çeşmesi tadilata girmiş. Çevresini tamamen kapatmışlar. Bu durum, yine de turistlerin önünde fotoğraf çektirmesini ve para atmalarını engellemiyor. Çeşmeye karşı özel bir ilgi duymadığımız için Efe de ben de bu duruma üzülmüyoruz ama tadilat için yazın en canlı dönemini seçmelerine de anlam veremiyoruz. Günün yorgunluğunu atmak için büyük bahçesiyle gözümüze ilişen Ristorante Presidente'ye oturuyoruz. Bir peynir tabağı, birer kadeh de şarap istiyoruz. Efe, Kolombiya-Uruguay maçını izliyor.
İlk gün için hiç beklemediğimiz bir performansla kilometrelerce yürüdükten sonra, sonunda Spagna durağından metroya atlayıp evimizin yolunu tutuyoruz. Cumartesi olduğundan metro 00:30a kadar hizmet veriyor. Fakat haftanın diğer günleri son metro saat 23:30da.
Roma, Efe'de de bende de aynı hissi yaratıyor. Kesinlikle büyüleyici güzellikte bir şehir ama kendimizi hiç yabancı hissetmiyoruz. Belki İtalyanları Türklere çok benzettiğimizdendir. Termini'den eve dönüş yolunda son kamera kaydımızı yapıp ilk günü sonlandırdığımızı düşünüyoruz. Fakat San Lorenzo'ya vardığımızda durumun hiç de böyle olmadığını anlıyoruz. Daha birkaç dakika önce yorgunluktan dökülen bizden eser kalmıyor. San Lorenzo'nun üniversite bölgesi olduğunu biliyorduk ama çevredeki bütün gençlerin cumartesi günü soluğu bizim evin önünde alacağından habersizdik. Bu durum enerjimizi hemen yerine getiriyor ve kendimizi gençlerin arasına atıp bu günü limoncello keyfiyle sonlandırmanın çok daha doğru olacağına karar veriyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder