2 Ağustos 2014 Cumartesi

Napoli Gezisi

Castel dell'Ovo
 
02.07.2014  Napoli'ye trenimiz saat 10:35'te.  Leo'ya bir teşekkür notu bırakıp evden erkenden çıkıyoruz.  Bir gün öncesinin yorgunluğunu hala üzerimizden atamadık ama yeni bir maceraya atılmanın verdiği heyecanla Termini'ye nasıl yürüdüğümüzü anlamıyoruz bile.  İstasyonun içindeki büyük ekranlarda trenimizin hangi perondan kalktığını öğreniyoruz.  Roma Termini'den Napoli merkeze giden üç farklı tren var.  Bu trenler hız ve fiyat bakımından farklılık gösteriyor.  Bizim seçtiğimiz tren Frecciarossa; Napoli'ye 1 saat 10 dakikada varıyor ve toplamda 38 Euro ödüyoruz.  Biz bilet işini, İtalya'ya gelmeden Trenitalia sitesinden halletmiştik ama yaz sezonunun en hareketli dönemi olmasına rağmen trene girdiğimizde neredeyse yarısının boş olduğunu görüyoruz.  Bu yüzden önceden almak çok da önemli değil.  İtalya'ya gelmeden önce Napoli hakkında birçok olumsuz eleştiri duymamıza rağmen gitmek konusunda oldukça ısrarcıyız.  Hemen hemen okuduğumuz her blog ya da konuştuğumuz herkes, Napoli'nin kirliliğinden, düzensizliğinden, trafik sıkışıklığından ve hırsızlık olaylarından yakınıyordu.  Ama İstanbul'da yaşayan biri için bunlar da çok çeldirici gelmiyor.  Booking.com'dan Hotel Europeo'da 42 Euro'ya bir gecelik yer ayarladık.  Böylece burası bizim için bir durak olacak ve pizzanın doğduğu şehir olarak bilinen Napoli'de midemizi şenlendirecek, ertesi gün de arabamızı kiralayıp güneye doğru devam edeceğiz. 
Saat 11:45'te Napoli Merkez'e varıyoruz.  İlk durak istasyondaki tourist information noktası.  İlgililerden birine gideceğimiz adresi gösteriyorum.  Buradan bir şeye binmemize gerek olmadığını söylüyor ve bir harita üzerinde yürüyeceğimiz istikameti çizerek gösteriyor.  Kalacağımız otelin yakında oluşuna seviniyor ve çantalarımızı sırtlanıp yeniden yola koyuluyoruz.  Bu seferki yol ne yazık ki Termini ve San Lorenzo kadar yakın değil.  Yine de azimliyiz.  Corso Umberto I üzerinde yaklaşık 20 dakikalık bir yürüyüşün ardından otelimize varıyoruz.  Resepsiyonda, bize görmemiz gereken bölgeleri yine bir harita üzerinde göstererek anlatıyorlar.  Yine oldukça merkezi bir yerdeyiz.  Zaten Napoli'de gidebileceğiniz yerler kısıtlı.  Tarihi gezi doyumuna Roma'da ulaştığımız için bizi ilgilendiren tek şey nerede yiyip içebileceğimiz oluyor.  Eşyalarımızı bırakıp biran önce keşfe koyuluyoruz. 
İlk olarak limana inmeye karar veriyoruz.  Yolumuz biraz uzun olduğundan, kendimize birer Peroni ve yanına Arancini dedikleri, içine pirinç ve mozeralla doldurulmuş, dışı ise aynen içli köfteye benzeyen atıştırmalık bir şeyler alıyor ve dokusunun yumuşaklığına hayran kaldığım taş banklara oturup biraz enerji depoluyoruz.  Liman yolu da oldukça keyifli.  Gözümüze ilk önce tüm ihtişamıyla Castel Nuovo çarpıyor.  Denize yaklaştığımızı anlıyoruz.  Birkaç dakikalık bir yürüyüşün ardından da sonunda mavi sulara kavuşuyoruz.  Efe'nin de benim de hemen yüzümüz gülüyor ve deniz görmeden yaşamanın ne kadar zor olduğunu bir kez daha anlıyoruz. 
 
Via Partenope
Kıyı boyunca dizilmiş kayalıkların üzerinde güneşlenen onlarca kişiyle karşılaşıyoruz.  Demek ki burada işler böyle yürüyor diyerek biz de kendimizi bir kayanın üzerine atıyor ve denize karşı biraz keyif yapıyoruz.  Napoli'de yalnızca bir günümüz olduğundan bu keyfi kısa kesiyor ve yeniden yola koyuluyoruz.  Derken, dünyanın ne kadar küçük olduğunu kanıtlarcasına, yolda rastladığımız tanıdıklar bizi bir hayli şaşırtıyor.  Kısa ve keyifli bir muhabbetten sonra onlarla da Türkiye'de görüşmek üzere vedalaşıyor ve ilk durağımız olan Europcar'a gidiyoruz.  Rezervasyonu gelmeden yapmış ve arabamızı Europcar'ın havaalanı şubesinden alacağımızı belirtmiştik.  Fakat mesafe çok fazla olduğu için limandaki şubeden almayı talep ediyoruz.  Hiç sıkıntı çıkarmadan kabul ediyorlar ve yarın saat 10:30 için sözleşiyoruz. 
Bu işi de hallettikten sonra, Via Toledo'ya, markalar caddesine çıkıyoruz.  Sağımızda Valentino, solumuzda Gucci yürürken, Efe'nin ayakkabı aşkıyla Paciotti'ye doğru koştuğunu görüyorum.  Birkaç dakika sonra elinde poşeti ile mağazadan çıkıyor ve böylece Napoli'deki çılgın alışveriş maceramız da başlamış oluyor.  İtalya'da yaptığımız toplam alışverişin %80'ini Napoli'de yapıyoruz.  Hemen hemen bütün mağazaların üzerinde gördüğümüz 'Saldi' yazısı ise keyfimize keyif katıyor.  Benim en keyifli alışverişim ise neredeyse Napoli'de bütün gençlerin ayağında gördüğümüz siyah cut-out botlar oluyor.  Bu kadar moda olunca annelerimiz de bundan nasibini alıyor tabii :)
Kendimize ve sevdiklerimize hediye merasimini de bitirdikten sonra sıra karnımızı doyurmaya geliyor.  Sonunda Napoli pizzasının tadına bakacağız.  Hemen siparişimizi veriyoruz.  Pizzalarımız geldiğinde ise gördüğümüz manzara ve burnumuza gelen koku bile karnımızı doyurmaya yetiyor.  Açık ara yediğimiz en iyi pizza.  Efe kendine Margherita sipariş ediyor.  Ben ise garsonun tavsiyesine uyup taze cherry domatesli bir pizza söylüyorum.  İki pizza ve yarım litre ev yapımı şaraba toplamda 20 Euro ödüyor ve yüzümüz gülerek oradan ayrılıyoruz.  Artık otele dönüp akşam için hazırlanmamız gerekiyor.  Akşam için planımız Castel dell'Ovo karşısındaki Via Partenope üzerinde dizili barlardan birinde birkaç kadeh birşeyler içip Napoli'deki gençlerin arasına katılmak.  Akşam saatlerinde, Via Partenope, şık kıyafetlerini giyinmiş, gezintiye çıkan her yaştan insanla dolu.  Bar ve restoranlar da oldukça hareketli.  Biz oturmak için Penny Black Waterfront'u seçiyoruz.  Açık havada, denizden gelen hafif rüzgar yüzümüze vura vura oturmak hoşumuza gidiyor.  Yan masada dikkatimizi çeken biradan sipariş ediyoruz hemen :)  Dolayısıyla adını hatırlamıyorum ama komşunun birası baya hoşumuza gidiyor.  Yanına da bir limoncello bir de meloncello söylüyoruz.  Limoncello zaten bildiğimiz bir lezzet ama meloncello bizi resmen büyülüyor.  Üzerine de yine bir İtalyan lezzeti olan tiramisu sipariş ederek geceyi taçlandırıyoruz.
 
 
 
Ağzımızdaki bu muhteşem tat tamamen yok olmadan geceyi burada noktalıyor ve otelimize doğru yola koyuluyoruz.
Ertesi gün sabah erkenden kalkıyor ve henüz otelden çıkışımızı yapmadan limandaki Europcar'a gidiyoruz.  Planımız, arabamızı alıp, otelin yakınlarında bir yere park edip, sırt çantalarımızı ve üzerine eklenen poşetleri limana kadar taşımak zorunda kalmamak.  Europcar'a gittiğimizde ise bizi bir sürpriz bekliyor.  Limandaki şubede bize vermeyi planladıkları araba olmadığı için, bizim için güzel anıları olan Fiat 500'ü kapıyoruz :)  Aynen Roma'daki gibi Napoli'de de trafiğe kapalı alan oldukça fazla.  Bizim otelimizin olduğu sokak da ne yazık ki bunlardan bir tanesi.  Arabayla ilerleyebileceğimiz kadar ilerliyor fakat hiçbir yerde park yeri bulamıyoruz.  En son depo gibi kullanılan ve hemen girişinde bir araba olan geniş bir binaya denk geliyor ve içerideki adamı yalvar yakar 5 dakika arabamızı oraya bırakmaya ikna ediyoruz.  Hemen gidip otelden çantalarımızı alıyor, çıkışımızı yapıyoruz ve koşar adımlarla arabaya yürüyoruz.  İyi kalpli bu amcaya birçok kez teşekkür ettikten sonra arabaya atlıyor ve yeni maceralara yelken açıyoruz. 
Napoli hakkında bizim düşüncelerimize gelecek olursak; en az Roma kadar keyif aldığımız, hatta daha fazla zaman geçirmediğimiz için hayıflandığımız ve insanların yorumlarını dinlemediğimiz için mutluluk duyduğumuz çok keyifli bir şehir olarak aklımıza kazınıyor.  Bahsedilen tehlike ya da olumsuzlukların hiçbirine rastlamıyoruz.  Gerçek İtalya ruhunu yaşamak isteyenler muhakkak listeye eklemeli...